Keşke Kurusa Bu Tohumlar!

Uzun zaman oldu yazmayalı, bir çok sebebi var.

Sıralamak gerekirse,

Yazmak benim için çok yoğun duygularını boşaltmak ise,

Yazmak benim için kendini daha iyi anlamak ise,

Yazmak benim için bazı sorulara cevap bulma ise uzun zamandır bunların hiçbirine ihtiyaç duymuyorum demektir.

O zaman şu an neden yazıyorum diye soruyorum.

Çünkü bazı sorulara cevap arıyorum. Neden yazmıyorum? –Galiba ilerleme kaydettim.


Kalan Ömrüm’den öncesine bakıyorum. Biriktirdiğim insanlara…

Öncesi ile istemsiz bir şekilde kıyaslıyorum. Davranış modellerini değerlendirip insan canlısını daha iyi anlamaya çalışıyorum. Luke Rhinehart’ın “Anlamak, ahmaklık ödülüdür” cümlesini bir çok zaman doğru kabul etsem de ahmaklık yapmadan duramıyorum.

Sanki insanları az anlamışım gibi daha fazla çabalıyorum. Belki de tahmin edilebilir insanlardan artık daha fazla sıkılıyorum.

Mantıklı davranan ama tahmin edilebilmesi zor olan insanlara ihtiyaç duyuyorum.

Böylelikle soyut açlıklarımı gidermek konusunda belki de daha az yorulacağımı içten içe biliyorumdur.

Kalan Ömrüm’ün öncesinde olan yıllarımın beraber geçtiği insanların hala çok basit hatalar yaptığını görüyorum. Eşek kadar olsalar bile basit bahanelere ve kaçamak cevaplara başvurmalarına şahit oluyorum. Eskiden olsa gülerdim, şu an iğreniyorum.

Büyüyorum. Asabileşiyorum…

Aptallıklara olan tahammülümün her geçen gün daha alt bir eşiğe çekildiğini ve beni nefret duygusuna doğru sürüklemeye çabaladığını fark ediyorum.

Savaşıyorum.

Nefret var olmaması gereken bir duygu. Nefret edecek bir hale geleceğimi öngördüğüm an tüm ilişkimi koparmalı, tüm beklentilerimi parçalamalı ve içime nefretin tohumlarını ekmesini engelleyeceğim konusunda kendime telkinde bulunuyorum.

Son yazdığım cümleleri seri ve hızlı bir şekilde yazdığımı fark ettiğimde tohumların aslında içime girdiğini fark ediyorum.

Yazmaya bir kaç dakika ara veriyorum.

Kahvemden bir yudum alıp, ciğerlerime doldurduğum sigara dumanını serbest bırakıyorum. Ve dumanın havadaki süzülüşünü izliyorum.

Evet süzülmeliyim, o zaman nefretin tohumları büyüyebilecek elverişli ortamı kaybeder…

-Gerçekten kuruyup gider mi?

-Hayır, öylece bekler! Birilerinin çıkıp geleceğini, kendisini sulayacağına adım kadar emindir çünkü.

-Mesela neler olursa sulanır?

-Sen nasıl yorulursan, onlarla sular karşındaki. Güvenin boşa çıktığında yoruluyorsan, güvensizlikle sunar sana. Sözler tutulmadığında yoruluyorsan, hunharca cümlelerle çıkar karşına.

Harekete geçmeyen, sadece entelektüel masturbasyon yapan,

Ben ne yaparım diye düşünmek ve onu teklif etmek yerine öneri veren,

Teoride doğru kabul ettiğini unutup, pratikte aksi gibi davranan,

Kabul edilebilir riskleri almayan ama cümlelerde kraldan daha çok kralcı olan,

Mantığı bir kenara bırakan, duyguları ile anlık tepkimeler yaratan,

Fıtratındaki tüm kusurlarla, etrafındaki insanlara istemese de zarar veren herkes yoruyor beni.

-O zaman tüm dünya senin içindeki nefret tohumlarını beslemek için çabalıyor gibi görünüyor. 

-Ne yazık ki. Bunlara karşın Kalan Ömrüm’de daha farklı bir insan grubu oluşturmaya başladım çevremde.

Yukarıdakilerin aksine, içime umut ve huzur tohumları ekmek için çabalayanları,

Sadece düştüğümde el uzatanları değil, “mantıklı olanın yapılması lazım!” diye düşünüp harekete geçenleri,

Kabul edilebilir tüm riski alanları, donanım olan beynin herkeste olduğunu ama yazılım olan zekanın geliştirilmesi gerektiğini düşünenleri…

Kalan Ömrümde toplamaya çalıştım farkında beyinleri, hümanist yürekleri.

Diğer topluluklara baktım. İnsanların o topluluklara olan yaklaşımına. Sonra da, benim burada ne yaptığıma ve bana olan yaklaşımlarına.

Nefret tohumları yine çıtırdadı.

Herhangi bir siyasi ya da dini ideolojiyi savunmuyor olsak bile aptalca yapılan tarikat benzetmeleri,

Yapılan her eylem kendi içinde yüksek bir akıl barındırıyor iken akılsızlıkla suçlamaları,

Evrensel doğruları baz alan bir topluluğu, “En aptal ben olmalıyım” savaşı veriyor gibi davranan bu toplumun içinde nefret tohumları yeşermeden oluşturabilmek mümkün mü?

-Bu cümlelerinde bir çok insan “ama böyle tipler hep olacak.” diyecek. 

-Biliyorum, benim nefretimi besleyenler o tipler değil. “Ama böyle tipler hep olacak” diye bana söyleyenler…

Bana bildiğim şeyleri söyleyenler en büyük sebepler.

Dedim ya, insan tahmin edemeyeceği ya da çok zor tahmin edebileceği insanları tanımak istiyor.

2012 yılında yazdığım yazıda ki gibiyim. “Yeni İnsanlar”

Ve lanetim başladı. Yeni bir insan açlığını doyurmak için yaptıklarım, beni doyuracak “iyi insan” nüfusunu o kadar fazla azalttı ki. Yalnız kalmaya başladım.

Fark ettim ne kadar çok şey bilirsem o kadar yalnızlaşacağım.

Ruhumu besleyen “Yeni insanlar” ve “Yeni bilgiler” ters orantılı bir şekilde çalışıyordu bu dünyada.

Çok fazla geziyorum, okuyorum, izliyorum ve dinliyorum.

Hiç bir zaman yeni bir insanın yerini tutabilen bir şey bulamıyorum.

Çıkmaz bir sokağın eşiğine her geçen saniye daha fazla yaklaşıyorum.

-Bu yazıdan istediğin soruların cevaplarını bulabildin mi peki? 

Bazılarını evet, bazı bildiklerimi pekiştirdim ama en çokta anlaşılmak istendim. Yeni bir tane daha insan dahi anlasa, yeter belki bana.

Tohumlarım daha geç yeşerir, yorgunluklarım biraz da olsa ertelenir…

“Keşke Kurusa Bu Tohumlar!” için 8 yorum

  1. Ve yine yorumsuz kaldigim bir yazilardan biri. Ne soylenebilir ne bisilanabilir bu yazi hakkinda bilemedim. Lakin bildigim tek sey var cok LEZIZ bir yazi daha..

    Yuregine, beynine ve kalemine saglik.. Umarim bolca yorgunluklarin ertelenir..

  2. “İnsan topraktan alaşmış, topraktan beslenmiş ve nihayetinde toprağına kavuşmuş olansa, toprağın üstünde biten ot da, çiçek de ona faydadır.”

    İçindeki nefreti bu denli hissediyor olman korkutuyor seni. İyi olmak kadar en az o iyiliği korumakta önemli, farkındayım. Ancak dikkatini ağrılarından serin sulara çekmek isterim.

    Hissedebilmek.

    Bu büyülü sözcük, evin köklerini oluşturan 7 temel sözcükten bir tanesi bana göre.(Zeka, ihtiyaç, his, güven, strateji, umut, paylaşmak.) Kulağımıza olumsuz gelen her şeyden rahatsızlık duyar olmuşuz. Ve senin tabirinle nefret tohumları kızıl kürene serpilmiş, filizleniyor. Bundan memnun değilsin, ne kadar itiraz etse de acı şurubun iliklerine kadar “hisseden” calpol mağduru o çocuk gibi ekşitiyorsun yüzünü. Oysa toprağının verimliliği geri planda kalmış.

    Zekan sana verilmiş göreceli ancak büyük nimetin. Sen bir ihtiyacı hissederek çıktın bu yola. Önce kendi derinliklerine indin. Bir şeylerin yokluğu seni rahatsız etti ya da bir şeylerin var olması sana yokluğu arattı. Önce mor yol ayrımlı bileklerine sonra içinde son kırıntıları kalmış insanlığa güvendin. Stratejik hamlelerin hiçbir zaman sömürge için olmadı. Var olan saflığı korumak adına yürek mesaisi harcadın gecelerce. Her günün sonunda emek heybende mutluluklarla geldin ve paylaştın ismine yaraşır sofralarda. Senin topraklarında hep “Halil İbrahim” sofraları kuruldu. Halil içinde hep bir İbrahim taşıdı. Korku putlarını devirdi, toprak kazandı. O topraklara uzun bir nadastan sonra “hissedebilmeyi” ektin. Güneş verdin, su verdin, sevdin. Sevmenin kardeşidir nefret. Hissedebilmenin yanında dikenli nefretler boy verdi. İncindin. 3 kışbaharyaz geçirdi bu toprakların. Heybende kocaman mutluluklarla sofrana dönüyorsun şimdi, daha büyük sofralar kurabilmek için.

    Evet onlar hep vardı, hep olacak… Çünkü sen zekanla ödüllendirilirken hissedebilmekle lanetlendin. Oysa hissedebilmek kulağa hiç de kötü gelmiyor değil mi? 🙂

    Nefreti içinde çok tutman, içinde büyümesi iğrendiriyorsa eğer, bu seni kusturacak, biraz halsiz bırakacak ama sonunda bağışıklığın artmış bir halde ayağa kalkacaksın demektir. Pollyanna olmak değil bu inan bana. Bana kazandırdığın, işaret ettiğin bakış açılarından sadece biri. Sen kötüyü görmesen de iyinin değerini anlayacak kadar sarraf oldun, peki ya yanındakiler? Onlar olsun ki mayınları bilinsin bu toprakların. Sen hissedebilmeyi sürdür ki kimse kurbanı olmasın bu tohumların.

    Kurutmayı başaracak kadar çok ekebilmem, yanında güç olabilmem dileğiyle…

    🎈

  3. En büyük zorlukların ardından gelirmiş aydınlık günler,pes edip durmamak adına bir avuntu belki ama sahi senin fıtratında yok pes etmek. O kadar güzel çocukluk arkadaşları biriktirebilmişken mesela önüne çıkan hiçbir engel yıldıramaz bana kalırsa seni. İnanç dolu o kadar yürek varken heves diyip vazgeçmek, sorumlulukların altında ezilmek gibi ihtimalleri düşünemiyorum bile. Çok dinginlik ,çok huzur diliyorum. Umarım hiç bitmez, gitmezsiniz. Bitmesin diye başladığım heyecanla okuduğum güzel bi yazı daha, teşekkür ediyorum…

  4. Keyifli bir anlatım.Hisler ile beslenmiş,dürtüler ile ayaklanmış.Anlatımların ile anlaşılmama endişen umarım en minimumda kalır Halil bey.

  5. UYARI : Biraz asabi bir yorum olacak. Şimdiden vereceğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.

    Annemden şunu öğrenmiştim;
    ”Bir fidan ekiyorsan küçük saksıya ekmelisin.Saksı büyük olursa büyümez,boyunu köklerine verir..”

    Kendini korkularına bırak… ”Evrensel doğruları baz alan toplumu” tahammül eşiğinin altına göm ve onları nefretinle sulayıp terbiye etmeye devam et…

    Gelecekteki SEN

  6. Küçük prensin baobaplar ile mücadelesini hatırlıyorsun dimi?
    “Bu bir disiplin meselesi!”
    Kendini nasıl temizliyorsan, gezenini de öyle temizlemelisin, tohumhaneni de…

    Yaradılışımızda var olan kötü tohumlarımızı elbette söküp atamayacağız, bu bir yaratılış meselesi.
    Ama onlar kök salmaya başladığında temizleyeceğiz. Yılmadan… Usanmadan…
    Bazen yorulur insan. Aynı şeyleri tekrarlamaktan… Yorgunluk, umutsuzluk, güvensizlik… Can suyu değil mi o kötü tohumların… Biz farkındayız ya bunların…

    İyiyi besleyeceğiz sevgili dostum. belki bir avuç 3-5 kişi ile belli mi olur belki 300-500 kişi ile…
    biz var olduğumuz sürece inanmak zorundayız, fark eder mi rakamların az ya da çokluğu? Az da olsa iyiyi arayan, onu besleyen birileri varsa.. Önce kendimize borçluyuz bu inancı, sonra birbirimize…
    Serçe “kenetli eller kalkanı” diyor kalan Ömründe yanında olacaklara… Bende baobaplar’a karşılık sarmaşığa benzetiyorum bizi.. Sarılarak güzelleşen, güzelleştiren… biz birbirimizi sadıkça, sarmaşık misali o kötü dediklerimiz ışığı görmeyecek, umudu kalmayacak, an gelecek yeşermeyi beklemekten vaz geçecek…

    Gözlerini sevmelisin, insanları bu kadar iyi gözlemleyip tanıyabildiği için. Kötüyü gösteriyor sana. Kötünün tüm hamlelerini… Seni yıpratsa da daha da güçlendiriyor aslında… Toprağımızın verim kaynağıdır bu.

    İyinin çekimine karşı koyamayanların, iyiyi arayanların hikayesi bu…
    Kötü içimizde kaybolmaya mahkum…

  7. Uzun zaman oldu yazdığına yazmayalı..
    Her yazınla bir tohum ekiyorsun topraklarıma..
    Tohumun cinsi ne olursa olsun meyvesi kelimeler oluyor her seferinde.. Her meyve başka bir şeye dönüşüyor hasat zamanından sonra.. Kimi reçel oluyor tatlandıran, kimi meyve salatası oluyor enerji veren, kimi yoğurt oluyor bedeni değil zihni temizleyen, kimi dondurma oluyor dondurup düşündüren, kimi kurutulup komposto yapılıyor zamanı geldikçe tekrar tekrar pişirilen.
    Bu sefer ki elimde bir külah dondurma, sadece bakıp yemeyi özellikle tercih etmediğim, gözümün önünde erisin de silinsin diye beklediğim..
    Halbuki dondurmayı çok severim, yani dondurup düşünmeyi.. Erise de kaybolsa diye beklememin nedeni topraklarından içeri nefret tohumlarının girdiğine kelimelerinle hayat veriyor oluşun..
    Derin bir üzüntüyü ektin sende benim topraklarıma..
    Beyinde ve kalpte hissedilen, ifadeye dökülmedikçe sadece gibi bir şeydir. Ne zaman ki dile gelir, ne zamanki kelimelere dökülür artık yaşam bulmaya başlamış demektir.
    Söz uçar yazı kalır derler ya sözden yazıya dökülüyor olması tohumun ilk tutunma çabaları gibi..
    Duygu ormanını oluştururken ekeceğin tohumları özellikle seçtin Dünya’nın 7 harikasından da harika olsun diye. Bu ormanda her tohum tutunamaz her toprak her tohumu kabul etmez zaten.. Bir tohumun büyüyebilmesi için genetiğini desteklemesi gerekir toprağın, aksi halde kurur gider fosil olur.
    Senin iklimin, senin minerallerin nefret denen tohumu büyütmeye elverişli değil.. Nefret tohumunun yeri de senin oluşturmak istediğin orman değil..
    Aslında çok da büyük bir risk yok ortada tohum toprağa düştü diye yeşerecek değil ya, yeşeremeden telef olan nice tohumlar gördük biz .. Kimini söktük kimini budadık nede olsa bahçıvanlık konusunda doktora yaptık.
    Onu neyin beslendiğini bildiğimize göre, aç bırakmak da bizim elimizde..
    Hadi diyelim ki hasbel kader yeşillendi alt tarafı birkaç ısırgan olur kaşındırır  Biz onlardan bile şifa sağlayabiliriz, yeri gelir komodine geliş nedeni olurlar, yeri gelir sitenin pick yapmasına neden olurlar, yeri gelir hikaye leziz taze kanlar kazandırırlar..
    Ya güzel olan tohumlar huzur , mutluluk, istek, azim, sevgi, güven bundan daha özel bir legendary var mı? Hangi minion nefret karşısında durabilir onların ataklarının  Board hakimiyeti bizde her hamleye cevap gerecek bir kartımız var elimizde. bundan sonrası Jaina’mızı giyip 1 vuruşluk canları ile health vermekte kendimize..
    Topraklarına ektiklerin arasında kökleriyle senden sadece besin alan değil de, kökü meyve olup seni besleyenler de var . Hasat zamanı hiç gelmeyen toprağından ayrılmayan.. Her sene mahsulü senin üzerinde kalan gönüllü fosil olup kuruyan sana karışan. Sonrasında da yeni gelen tohumların hızla büyüsün diye onların köklerinden süzülüp her yeni de bir parçası ile hayat bulan..
    Keşke daha çok yeşerse bu tohumlar..

  8. Bir yorum birakmak istedim bu yazina. Yazdim sildim yazdim sildim. Korktummu hayır! Sadece sunu soyleyebilirim yaziyi yazarken hissettiklerin aslinda gercekler. Ney gercek olan diyeceksin. Tabi burada yazmayacagim bir gün karşılıklı oturup sana bu yazini yorumlayacagim. Gorusebilmek dileğiyle.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Scroll to Top